1 Tekfir Fitnesi Пет 05 Aвг 2011, 3:33 pm
muharem fazli
Талиб
Tekfir Fitnesi
بسم الله الرحمن الرحيم
Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır.O'na hamd eder,O'ndan yardım ve mağfiret dileriz.
Nefislerimizin şerlerinden,amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız.
Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz.O'nun saptırdığını da kimse doğru yolailetemez. Şehadet ederim ki,Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur.O,bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki,Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.
Bundan sonra.Bu risale Şeyh Albani’nin 12.5.1413 (7.11.1993) tarihinde kasete alınan konuşmasının metnidir.Bu,matbu olarak Ukaşe Abdulmennan’ın hazırladığı
“Fetava’ş-Şeyh Elbani ve Mukaranetuha Bi Fetava’l-Ulema”adlı 1415 ve 1416 yıllarında basılan eserin 238-253.sayfaları arasında yayınlanmıştır.
Şüphesiz umumi tekfir meselesi yalnız hükmedenler için değil,hükmedilenler için de aynı şekilde büyük ve eski bir fitnedir.Kökeni eski islamî fırkalardan Havariç(haricîlik) diye bilinen fırkaya dayanır.Fırkalar ile ilgili eserlerde Havariç ismiyle bilinen birkaç fırka vardır. Onlar başka bir isimle (İbaziye) bugüne kadar devam etmiştir.Bu İbaziye fırkası yakın zamana kadar kendi içine kapalı idi ve yayılma davaları yoktu.Birkaç seneden beri bazı risaleler ve kitaplar ile eski hariciliğin aynısı olan akidelerini yaymaya başladılar.Ancak onlar,bir Şiilik hasleti olan takiyye ile gizlenmekte,“Biz haricî değiliz” demektedirler.Lakin müsemmanın hakikatleri değişmedikçe isimler de değişmez.Onlar,büyük günah işleyenleri tekfir etme konusunda hariciler ile birdirler.
Maalesef bazı davetçiler, Kitap ve Sünnet ismi altında,şu iki sebepten ötürü Kitap ve Sünnet hududundan çıkmaktadırlar;
Birincisi; İlimde sığlık
İkincisi -ki bu daha önemlidir-onlar şeriat kaidelerini tefakkuh etmiyor (anlamıyor)lar. Hâlbuki bu,sahih İslamî davetin esasıdır.Bundan çıkanların hepsi,Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin övdüğü,hatta Rabbimiz Azze ve Celle’nin bundan ayrılanları“Allah ve Rasulüne karşı çıkmak”olarak açıkladığı “Cemaat”ten ayrılmaktadır.Allah Azze ve Celle buyurur ki;
ومن يشاقق الرسول من بعد ما تبين له الهدى ويتبع غير سبيل المؤمنين نوله ما تولى ونصله جهنم وساءت مصيرا“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra,kim Peygamber'e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse,onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız;o ne kötü bir yerdir.”(Nisa 4:115)
İlim ehli katında mesele açıktır.Allah Teala,“Kendisine doğru yol belli olduktan sonra Rasule karşı çıkarsa”kavlini, müminlerin yolundan başkasına uymaya izafe etmiştir;“ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse,onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız”
Müminlerin yoluna uymak veya uymamak cidden önemlidir.Müminlerin yoluna uyan âlemlerin Rabbi katında kurtulmuştur.Müminlerin yoluna muhalefet edenin varacağı yer ise cehennemdir ve orası ne kötü bir varış yeridir!
Eski ve yeni birçok taifeler,müminlerin yolunda bulunmaya önem vermeyip,Kitap ve Sünnetin tefsiri hususunda akıllarının kontrolünde hevalarına tabi oldukları için sapmışlar, salih selefimizin üzerinde bulunduğu yoldan ayrılarak tehlikelere düşmüşlerdir.
Ayetteki “ve müminlerin yolundan başkasına uyan” ifadesini Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahih hadislerinde geçen ifadeler te’kid etmektedir.
Burada bu hadislerden bazısını kaydedeceğiz.Bu hadisler bütün Müslümanlar tarafından bilinir fakat bu konuda bilmedikleri şudur; bu hadisler,Kitap ve sünnetin anlaşılmasında müminlerin yoluna sarılmanın zaruri ve vacip olduğunu göstermektedir!
İşte bu nokta,Tekfir cemaati diye bilinen kimselerin ve kendilerini cihada nisbet eden bazı cemaatlerin yanılgı ve gaflete düştüğü noktadır. Bunlar kendilerini salihler ve ihlâslı kimseler olarak değerlendiriyorlar ama Allah katında kurtulanlardan olmak için bu tek başına yeterli değildir.
O halde müslümanın şu iki şeyi bir araya getirmesi kaçınılmazdır;
1- Allah Azze ve Celle için niyette doğruluk ve ihlâs
2- Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde bulunduğu yola güzelce tabi olmak.
Kitap ve Sünnet ile amel edip bunlara davet etmek hususunda ihlâslı bir Müslüman olmak yeterli değildir.Bilakis buna izafe olmak için metodun düzgün ve sahih olması gerekir.Bu da ancak ümmetin salih selefinin üzerinde bulunduğu yola tabi olmak ile tamam olur.
Az önce bahsettiğimiz sabit hadislerden birisi yetmiş üç fırka hadisidir. Dikkat edin! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da yetmiş iki fırkaya ayrıldı.Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi de ateştedir.”Dediler ki; “o (kurtulan)hangisidir?”buyurdu ki;“Cemaattir.”Diğer rivayette;“Benim ve ashabımın üzerindebulunduğumuz yolda olanlardır.”
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bu cevabı ile daha önce geçen ayetteki “müminlerin yolundan başkasına uyanlar” ifadesi örtüşmektedir.
Böylece ayetin umumuna girenlerin ilki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabeleridir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hadiste;“Benim üzerinde bulunduğum yol” demekle yetinseydi,Kitap ve sünneti hakkıyla anlayanlar için bu yeterli olurdu.
Lakin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem,Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın,kendisi hakkındaki şu kavlini amelî olarak uygulamıştır;“Müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.”(Tevbe 9:128)
Ashabına ve tabi olanlarına kurtuluş fırkasının alametini kendisinin ve ashabının üzerinde bulunduğu yol olarak açıklaması, onlara şefkatinin ve merhametinin kemalindendir.
Arap lügatini,nâsih ve mensûhu bilmek gibi Kitap ve sünnetin anlaşılmasına vesile olan bilgiler konusunda Müslümanların genel, davetçilerin özel olması gibi birayrım caiz olmaz.Bilakis bütün bunlardan önce üzerinde peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının bulunduğu yola dönmek zorunluluğu vardır.Çünkü onlar,eserlerinden ve sîretlerinden anlaşılacağı gibi, ibadette Allah için en ihlâslı olanlar idiler,Kitap ve Sünneti bizden daha iyi anlarlar.
Diğer övülmüş hasletlerde de onların ahlakıyla ahlâklanılır ve edepleriyle edeplenilir.
Bu hadis,faydaları ve sonuçları bakımından Sünen’de Irbaz Bin Sâriye Radıyallahu anh’den rivayet edilen Raşid halifeler hadisine benzemektedir.
Diyor ki;
“Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem bize sabah namazını kıldırdı.Sonra bize döndü ve gözleri yaşartan, kalpleri ürperten etkili bir vaaz etti.Birisi dedi ki;“Ey Allah’ın Rasulü!Sanki bu vaaz,veda eden bir kimsenin öğütleridir.Bizlere ne vasiyet diyorsunuz.?” Buyurdu ki;
“Size Allah’tan korkmanızı,Habeşi bir köle olsa dahi (idarecinizi) dinleyip itaat etmenizi vasiyet ederim.Sizden kim Benden sonra yaşarsa birçok ihtilaflar görecektir.Bu yüzden sünnetime ve hidayete erdirilmiş raşid halifelerin sünnetine sarılmanız gereklidir.Ona azı dişlerinizle ısırır gibi sarılıp,bırakmayın,sizleri sonradan ortaya çıkmış işlerden sakındırırım. Şüphesiz her sonradan icad edilmiş şey bid’attir.Her bid’at de cehennemdedir.”Ahmed (4/126,127) Ebu Davud (4607) Tirmizi (2815,2816) İbni Mace (42,44) İbni Ebi Asım es-Sünne (1/29-30)
İbni Hibban (1/104) İbni Abdilberr Cami (2/222,224) Hakim (1/65,96,97)
Bu hadis önceki hadiste geçen sualin cevabına şahitlik etmektedir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ümmetini,sünnetine sıkı tutunan ashabına yönlendiriyor.
Sonra “ve benden sonra Raşid halifelerimin sünnetine” buyuruyor.
Şu durumda akidemizi, ibadetimizi,ahlakımızı ve gidişatımızı kavramak istediğimizde,daima bu esas üzerinde hareket etmemiz zorunludur.Müslüman için zaruri olan bu hükümlerin anlaşılması için salih selefimizin metoduna dönmekten başka yol yoktur.Ta ki kurtuluş fırkasından olmak hakikat olsun.
Geçen ayetin ve hadislerin gösterdiklerine dikkat etmeyen eski ve yeni pek çok taifeler,doğal bir sonuç olarak kendilerinden öncekilerin Kitap,sünnet ve salih selef yolundan saptıkları gibi bu konuda sapmıştır.İşte bu sapanlardan biri de eski ve yeni haricîlerdir.
Bu zamanda–hatta uzun zamandan beri-tekfir fitnesi şu ayetin etrafında dönüp durmaktadır;
“Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(Maide 44) derin anlayışları ve dakik bilgileri olmadan buna tutunmaktadırlar.
Bilmekteyiz ki bu ayet tekrar ediyor ve son kısmında üç ayrı lafızla geliyor;
“Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(Maide 44)
“Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.”(Maide 45)
“Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.”(Maide 47)
Bu ayette sadece ilk lafzı alıp tekfire huccet getirmek tam bir cahillik eseridir.
Zira onlar,Kur’ân’da ve sünnette geçen bütün“el-küfr”lafızlarını değerlendirmeden bunun dinden çıkaran küfür olarak anlamlandırıyor,bu şekilde küfre düşenler ile Yahudi, Hıristiyan ve diğer İslam dışı dinlere mensup müşrikler arasında fark olmadığını iddia ediyorlar.
Kitap ve sünnet lügatinde geçen her küfür lafzını her zaman bu hatalı anlayışlarıyla yorumlayarak etrafında dönüyorlar.
“el-Kafirûn” kelimesi–bu kelime her zaman tek bir anlamda değildir–aynı konuda diğer iki lafız ile;“zalimler”ve “fasıklar”kelimeleri ile de tarif edilmiştir ki,zalim veya fasık olmakla vasıflananın mutlaka dinden çıkmasını gerektirmez.
Böylece“kâfir” diye vasıflanan da bunun gibidir.
Bir kelimede farklı anlamlar bulunmasına Kitap ve sünnet lügati olan Arap lügati delil olmaktadır.Bu yüzden Müslümanlar üzerine hükmedecek kişinin salih selefin metodu ışığında geniş bir Kitap ve sünnet bilgisine sahip olması gerekir.Kitap vesünneti anlamak ise ancak Arap lügatinin edeplerini ve inceliklerini bilmekle mümkün olur.
Eğer ilim talibinin Arap lügatini bilmek konusunda eksiği varsa bu eksikliği gidermek için kendisinden önceki ilim ehlinin, özellikle de üstünlüklerine şahitlik edilen ilk üç asırdaki âlim ve imamların anlayışlarına müracaat etmelidir.
Ayete dönelim;
“Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(Maide 44) burada küfür kelimesiyle kastedilen nedir?
Dinden çıkaran küfür mü yoksa başka bir şey mi kastedilmiştir?
Derim ki; bu ayette dikkatli olmak zorundayız.Zira burada bazı İslam hükümlerinden çıkaran amelî küfür kastedilmiştir.
Bu anlayışımızda dayanağımız;ümmetin derin âlimi,Kur’ân tercümanı İbni Abbas Radıyallahu anhuma’dır–ki bu sapık fırka mensupları dışında-Müslümanlar onun tefsir ilminde yegane imam oluşunda icma etmişlerdir.
İbni Abbas r.a. bizim bugün sahip olamadığımız işitme yollarına sahipti.İnsanlar bugün bu ayeti ancak yüzeysel olarak, tafsilatını bilmeden anlamaya çalışmaktadır.
İbni Abbas r.a. der ki;“Bu,zannettikleri küfür değildir.”Ve “Bu küfür,dinden çıkaran küfür değildir.” Yine der ki;
“O küfrün altında bir küfürdür.”Muhtemelen haricîler müminlerin emiri Ali Radıyallahu anh’ı dinden çıkmakla itham edip bunun akabinde müminlerin kanlarını dökmüşler,onlara müşriklere yapmadıkları şeyleri yapmışlar,bunun üzerine İbni Abbas r.a.;“İş onların dediği gibi değildir. Bu ancak küfrün altında bir küfürdür” demiştir. Bkz.: Elbani es-Sahiha (6/109 no;2552)
Tercümanul Kur’an olan İbni Abbas r.a.’nın bu ayetin tefsiri hakkındaki bu kısa cevabı,ayetin başka şekilde anlaşılmasına imkân vermemektedir. Şeyh İbni Useymin der ki;“Şeyh Elbani İbni Abbas Radıyallahu anhuma’nın sözüyle böyle delil getiriyor ki diğer âlimlerin de kabul ettiği budur.Nitekim başka naslar da bu gerçeği desteklemektedir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem; “Müslüman’a sövmek fusuk,onu öldürmek küfürdür” buyurmuştur.Bununla beraber insan bu sebeple dinden çıkmaz.Zira Allah Teâlâ buyuruyor ki; “Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin.Şayet biri ötekine saldırırsa,Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın.Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın.Şüphesiz ki Allah,âdil davrananları sever.Müminler ancak kardeştirler.Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltinve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.”(Hucurat 9-10) lakin tekfir fitnesine düşenler buna razı olmayınca. “Bu rivayet İbni Abbas’tan sahih olarak gelmemiştir,kabul edemeyiz” demeye başladılar.Onlara denilir ki;“Nasıl sahih olmaz?
Sizden daha üstün ve daha alim olanlar bunu kabul etmişlerdir.Sizler ise;“kabul edilmez” diyorsunuz?!!
Şeyhulislam İbni Teymiye,İbni Kayım ve başkaları gibi uzman âlimler bu rivayeti kabul edip sahih diyerek nakletmişlerdir. Hem sizin dediğiniz gibi İbni Abbas Radıyallahu anhuma’dan rivayeti sahih olmasa bile bunun dinden çıkaran küfür olmadığını gösteren başka naslar vardır.Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisi gibi;“İnsanlardan şu iki sınıfta küfür vardır;nesebe hakaret etmek ve ölü üzerine çığlık atmak” şüphesiz bunlar dinden çıkarmaz. Lakin ilimde eksiklik ve Şeriatın kaidelerinde anlayış kıtlığı Şeyh Elbani’nin dediği gibi bu sapıklığı getirmiştir.Şüphesiz kötü irade, kötü anlayışı getirir.Zira bir insan bir şeyi istediğinde anlayışı istediği şekle uyar ve böylece naslardan sapar.Âlimler katında bilinen bir kaidede denilir ki;
“Önce delil çıkar sonra buna itikad et.”Önce itikad edip sonra ona delil bulmaya kalkarsan sapıtırsın.Bu sapmanın üç sebebi vardır;
1- Şer’î ilimde sermaye kıtlığı
2- Şeriatın kaidelerini anlamadaki kıtlık
3- kötü niyete mebni kötü anlayış.
“Küfür” kelimesi Kur’an’da ve hadislerde pek çok yerde zikredilmiş olup bunların hepsinin dinden çıkaran küfür olduğuna yorumlanmasına imkân yoktur.İbni Useymin der ki; Şeyhul İslam İbni Teymiye’nin; “Küfür mutlak olarak zikredilirse bundan büyük küfür kastedilir” sözünü yanlış yorumlayıp bu ayetten tekfire delil getiriyorlar. Hâlbuki Şeyhul İslam belirlilik takısı (marife) olarak gelen “el-küfr” ile belirsizlik ifade eden (nekre)“küfr” kelimesi arasında ayrım yapmıştır.Vasfa gelince burada “hâulâi kâfirun”ve“hâulâi’lkafirun” diyebiliriz ve burada kastedilen dinden çıkarmayan küfürdür.Vasıflanan fiil ile vasıflanan fail arasında fark vardır. Bu ayeti bu şekilde yorumlayarak hükmederiz. Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek dinden çıkaran küfür değil,amelî küfürdür. Zira hükmeden kişi doğru yoldan çıkmıştır.Bu konuda kendisinden önce koyulmuş devlet kanunuyla hükmeden kişi ile bu kanunu koyan kişi arasında fark vardır. Öyleyse önemli olan,bu kanunun semavi kanuna muhalif olup olmamasıdır.
Sahihayn’de meşhur Abdullah b.Mes’ûd Radıyallahu anh hadisi buna misaldir:
Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Müslümana sövmek fusuk,onu öldürmek ise küfürdür.”
Burada küfür kelimesi taatten çıkmak anlamındaki masiyet anlamındadır.Lakin Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem beyan konusunda insanların en fasihi olarak sakındırmada mübalağa ifadesi ile:“onu öldürmek ise küfürdür”buyurmuştur.
Diğer taraftan bu hadisteki: “Müslümana sövmek fusuktur” ifadesini ilk bakışta “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir” ayetindeki lafızda geldiği üzere fısk anlamı üzerine tefsir etmemiz mümkün müdür?
Cevap:
Bu,dinden çıkmak anlamına gelen küfür kelimesinin müteradifi de olabilir,dinden çıkmak anlamına gelmeyen küfrün müteradifi de olabilir.Ancak Kur’an Tercümanı İbn Abbas Radıyallahu anhuma’nın belirttiğine göre burada kastedilen; küfrün altında bir küfürdür.
Bu hadis, burada kastedilen küfrün bu manada olduğunu desteklemektedir.
Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa,Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın.” (Hucurat 9)
Allah Azze ve Celle,hak yolda olan fırkaya karşı savaşıp isyan eden gruba da mümin demiş, hadiste“Onu öldürmek küfürdür”buyrulmakla beraber Allah bagî topluluğun kâfir olduğuna hükmetmemiştir.
O halde İbn Abbas Radıyallahu anh’ın geçen ayeti tefsirinde dediği gibi,burada kastedilen küfrün altında bir küfürdür.
Müslümanın müslümanı öldürmesi taşkınlık,haddi aşmak,fısk ve küfürdür.
Lakin burada kastedilen küfür amelî de olabilir,itikadî de.
Burada Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin ve kıymetli öğrencisi İbn Kayyım el-Cevziyye’nin ince detayları içeren şerh ve açıklamalarını bahsetmek yerinde olur.
Çünkü onların,sancağı Tercumanu’l-Kuran tarafından veciz ve özlü ifadeyle yükseltilen “küfrün bu şekilde taksimi” etrafında uyarıda bulunma hususunda üstünlükleri vardır.İbn Teymiyye rahimehullah ile arkadaşı ve öğrencisi İbn Kayyım el-Cevziyye,daima itikadi küfür ile amelî küfrün ayırt edilmesinin zarureti üzerinde durmuşlardır.Aksi halde müslüman, bilmeden fitneye düşer ve Müslümanların cemaatinden ayrılarak eski haricilerden veya yeni haricilerin kuyruklarından olur.
Sözün kısası,Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem’in:“Müslümanı öldürmek küfürdür”hadisi mutlak olarak dinden çıkaran küfür anlamında değildir.
Bu konudaki hadisler gerçekten çoktur.Bunların tamamı geçen ayeti kısır anlayışlarıyla yanlış anlayıp bunun itikadî küfür anlamında olduğu şeklindeki tefsire tutunanların aleyhinde delildir.
Şuan için bu hadis bize yeter.Zira bu hadis,müslüman bir kimsenin müslüman kardeşini öldürmesindeki küfrün itikadi küfür değil,amelî küfür anlamında olması hususunda kesin bir delildir.
Tekfir cemaatine veya onlardan sayılanlara dönecek olursak,hüküm sahipleri,onların sancağı altında yaşayanlar ve onların yönetimlerinde vazife alanlar hakkında bunu mutlak kullanarak onların küfür ve dinden çıktıklarına hükmediyorlar.
Şüphesiz bu onların fasit bakış açılarından kaynaklı olup onların günah işlemeleri sebebiyle kafir oldukları düşüncesine dayalıdır. Şeyh İbn Useymin dedi ki: “Allah’tan afiyet dileriz”
Şunu anlatmak da faydalı olacaktır: Tekfir cemaatinden bazı kimselerle karşılaşmıştım. Sonra Allah Azze ve Celle onları hidayet etti.
Onlara dedim ki:“Sizler bazı hüküm sahiplerini tekfir ediyorsunuz.Peki cami imamlarını ve hatiplerini,müezzinleri ve mescid hizmetlilerini neden tekfir ediyorsunuz?
Medreseler ve başka yerlerdeki şer’î ilim öğreten üstadları neden tekfir ediyorsunuz?
Dediler ki: “Zira onlar o hüküm sahiplerinin Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmetmelerine razı olmuşlardır.”
Dedim ki: “Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmedilmesine kalpleriyle razı olmuşlarsa böyledir. Bu takdirde amelî küfür, itikadî küfür haline gelmiş olur.
Hangi hakim Allah’ın indirdiğinden başkasının bu asra daha uygun olduğuna itikad ederek hükmeder de Kitap ve Sünnette gelen şer’î nasların hükmünü layık görmezse şüphe yok ki bu hakimin küfrü yalnızca amelî bir küfür değil, itikadî bir küfür olur. Onun bu hükmüne razı olan kimse de onun hakkındaki küfür hükmüne dahil olur.Allame el-Elbani ek olarak dedi ki: “Sonra da bunlar bizi batıl bir şekilde “Bu asrın mürciesi” diye lakaplandırıyorlar!!
Sonra onlara dedim ki:“Öncelikle sizler her hâkimin veya onların çoğunun kafir batılıların kanunlarıyla hükmettiklerini söylemeye güç yetiremezsiniz. Şayet Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmetmek hakkında sorulsa ve bu kanunların doğru olup bu asra daha uygun olduğunu, İslam’ın hükmünün uygun olmadığını söyleyerek cevap verirlerse hiçbir şüphe olmaksızın onlar gerçekten kâfir olurlar.
Hükmolunanlara–bunlar arasında âlimler ve Salihler de vardır–gelecek olursak;
peki mücerred olarak onların hükmü altında yaşamaları sebebiyle kafir olduklarına nasıl hükmedebiliyorsunuz? Nitekim sizler de onların hükmü altında yaşıyor fakat onların dinden çıkmış kâfirler olduğunu,Allah’ın indirdiği ile hükmetmenin vacip olduğunu belirtiyorsunuz.Sonra da kendinizin mazur göstererek:
“Şer’î hükme mücerret amel ile muhalefet etmek,bu ameli işleyen kimseyi dinden çıkarmaz”diyorsunuz!!
Bu söz, sizin dışınızdakilerin de söylediğinin aynısıdır.Ancak sizler onlardan fazla olarak bu kimselerin kâfir ve mürted olduklarını söylüyorsunuz.
Onların yanlışlarını ve sapıklıklarını ortaya koyan sorulardan birisi de,onlara şöyle denilmesidir:“Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik eden,namaz kılan bir müslümanın dinden çıktığına ne zaman hükmedilir?
Bir defa (mürted olması) yeterli midir,yoksa onun dinden çıktığını ilan etmesi gerekir mi?!!”
Şüphesiz onlar bu sorunun cevabını bilemez ve doğrusunu bulamazlar.Onlar için şu darb-ı meseli örnek vermek zorunda kalıyoruz: “Bir kadı var ki,onun âdeti ve düzeni şeriatla hükmetmektir.Lakin bir hükümde ayağı kayıyor ve şeriata muhalif bir hüküm veriyor.Yani mazlumun hakkını alıp zalime veriyor.
Kesinlikle bu Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek değil midir?
Onun dinden çıkaran küfürle kâfir olduğunu söyleyebilir misiniz?
“Hayır,bu ondan bir seferlik sadır olmuştur” diyecekler.
Deriz ki:“Aynı hüküm tekrar ederse veya şeriata muhalif başka bir hüküm daha verirse o zaman kâfir olur mu?”
Sonra bunun üç-dört sefer tekrar ettiğini söylesek,onun ne zaman kâfir olduğunu söyleyecekler?
Şeriata muhalif hükümlerine bir sınır koymaya güç yetiremezler ve sonra onu bu yüzden tekfir edemezler.
İşte o zaman tamamen aksini söylemek mümkün olur.Buradan ilk hükmün Allah’ın indirdiğinden başkasının–onu helal sayarak-daha güzel görüldüğü ve şer’î hükmün çirkin görüldüğü anlaşılırsa,işte o anda,ilk seferde de olsa,onun dinden çıktığına hükmetmek sahih olur.
Bunun aksine göre:şayet onun içerisinde şeriata muhalefet ettiği on hokum verdiğini görürsek ve ona“Allah’ın indirdiğinden başkasıyla neden hükmettin?” diye sorduğumuzda, “Canımdan korktum”veya “Rüşvet aldım” derse,bu,öncekinden daha kötü yapmış olmakla beraber,onun küfrüne hükmedemeyiz.Ta ki onun kalbinde Allah Azze ve Celle’nin indirdiğini layık görmediğini ifade ederse işte o zaman onun dinden çıkarak kâfir olduğunu söyleyebiliriz.
Sözün kısası:Küfrün,fısk ve zulümde olduğu gibi iki kısma ayrıldığını bilmek gerekir:
Dinden çıkaran küfür,zulüm ve fısk.Bu,bütün bunları kalben helal görmeye bağlıdır.
Dinden çıkarmayan küfür,zulüm ve fısk. Bu da bütün bunları helal saymamaya bağlıdır.
Bir diğer dinden çıkarmayan kısmı ki,bu da amelî olarak helal saymaya bağlıdır.
Bütün günahlar–özellikle de bu zamanda amelî olarak helal sayılan faiz,zina,sarhoş edici içki içmek ve diğerleri–amelî küfürdendir.Mücerret olarak bu günahların amelî olarak helal sayılmasıyla işlenmesinden dolayı tekfir etmemiz caiz değildir.Ancak biz onların nefislerinde Allah ve rasulünün haram kıldıklarını haram olarak itikad etmediklerini kesin bilgiyle anlarsak,bu kalbî muhalefete düştüklerini bildiğimiz zaman onların dinden çıkaran küfürle kâfir olduklarına hükmederiz.
Ama bunu bilemezsek kafir olduklarına hükmetmemize yol yoktur. Zira bu takdirde biz Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu tehdidinin altına girmekten korkarız:“Bir kimse kardeşine“Ey kâfir!”derse bu söz ikisinden birine döner.”
Bu anlamda gelen hadisler gerçekten çoktur.Burada büyük bir delaleti olanını zikrettim.Bu, müşriklerden birini öldüren sahabinin kıssasında gelmiştir.Bu müşrik,o müslüman sahabenin kılıç darbesini görünce“Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur”demiş,fakat sahabi ona aldırmayarak öldürmüştür.Bunun haberi Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca buna şiddetle karşı çıkmış, sahabinin;o müşriğin sadece ölüm korkusuyla bunu söylediğini belirterek mazeret beyan etmesi üzerine“Kalbini mi yardın?”buyurmuştur.Bu hadisi Buhari ve Müslim Usame b.Zeyd Radıyallahu anh’den rivayet etmişlerdir.
Şu halde itikadî küfrün mücerret amel ile esasî bir alakası yoktur.Allame el-Elbanî not olarak dedi ki:“Amellerden bazısı sahibini itikadî küfre düşürür.Zira bu ameller kesin bir şekilde sahibinin küfrüne delalet eder.Zira o küfrünü bu fiiliyle ortaya koyarak dilinin tabir etmesinin yerine geçer.Mesela bilerek,kasten Mushaf’ı pisliğe atmak gibi.”
Sonra onlara diyorum ki: İşte o kafirler İslam beldelerinden pek çok yeri kuşatmışlardır.Maalesef bizler Yahudilerin Filistin’i istila etmesiyle müptela olduk.
Büyük alaka sadece kalp iledir.
Bizler fasığın,günahkârın,hırsızın,zina eden veya faizli muamele yapanın ve benzerlerinin kalbini bilemeyiz.
Ancak kalbindekini diliyle ifade ederse bu başkadır.
Ameline gelince,şeriata amelî olarak muhalefet etmiştir.
“Sen muhalefet ettin,fasık oldun,günah işledin”deriz,lakin Allah Azze ve Celle indinde bize mazeret olması için,ondan dinden çıkması hükmüne dair bir şey açıkça ortaya çıkıncaya kadar,:“Sen kafir oldun, dinden çıktın”demeyiz.
Sonra,Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in “Dinini değiştireni öldürünüz” hadisinin kapsamına girmemesi için, İslam’da bilinen hükmü ona getirilir.
Müslümanların hâkimlerini tekfir etrafında dönüp duran bu kimselere şöyle diyerek devam ettim:
O hâkimlerin dinden çıkmış kafirler olduğunu söyleyenler aynı şekilde,onlar üzerinde hüküm vermiş oluyorlar.Bu durumda üst olan bu hakimin onlara had cezası tatbik etmesi gerekir.
Lakin şuan sizler–eğer cedelden selamette kalırsak–dinden çıkmış o kafir hakimlere amelî bakımdan ne yapabilirsiniz?
Eğer:“Velâ ve berâ yaparız” derlerse,deriz ki:“Vela ve berâ güç yettiğince–kalbî ve ameli olarak–muvalat ve muâdâta (Allah için dostluk ve Allah içindüşmanlığa) bağlıdır.Bunların mevcudiyeti için tekfiri ilan etmek ve riddeti yaymak şart değildir.Hatta vela ve bera, bidat ehli,fasık ve zalime karşı da uygulanır.
Bizler ve sizler onların yaptıklarına karşı neye güç yetirebiliyoruz?
Sizden biriniz kâfirlerden olduğunu zannettiğiniz o hâkimlerin karşısında durabilir misiniz? Şeyh İbn Useymin dedi ki: “Bu gerçekten güzel bir sözdür.Yani Müslümanların idarecilerinin kafirler olduğuna hükmedenlerin eline,onların küfürlerine hükmetmekle ne geçiyor?
Onları izale edebiliyorlar mı?
Hayır,güçleri yetmiyor.Yahudiler elli sene kadar önce Filistin’i istila ettiğinde,Arabı ve acemi ile İslam ümmeti onları oradan çıkaramadı.Nasıl olur da dillerimizi bize hükmeden yöneticilere uzatabiliriz?
Onları izale edemeyeceğimiz biliyoruz,sonra kanlar dökülecek,mallar yağmalanacak,hatta ırzlar yağmalanacak fakat neticeye ulaşılamayacaktır.Öyleyse bunun faydası nedir?
Şayet insan kendisiyle Rabbi arasında o gerçekten dinden çıkmış kafir hâkimlerden birinin olduğuna inansa,bunu ilan edip yaymanın fitneye esir olmaktan başka bir faydası var mıdır?
Şeyh Elbani’nin bu sözleri gerçekten güzeldir.Lakin biz ona ancak bunun helal olduğuna inanması halinde küfürlerine hükmedilmesi meselesinde muhalefet ediyoruz.Bu meselede düşünmeye ihtiyaç vardır.Zira biz diyoruz ki,Kim Allah’ın hükmüyle hükmettiği halde,Allah’ın hükmünden başkasının daha iyi olduğuna itikad ederse de kafir olur. Allahın hükmüyle hükmetmiş, fakat küfür akidesiyle kafir olmuştur.
İşin bu tarafını bıraksanız ve esasları İslam hükümetinin esasları üzerine kurulan kaideyi te’sis etmeye başlasanız olmaz mı? Böylece Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabını yetiştirdiği sünnete ve onların da esaslarını kurup yaydığı nizama uymuş olursunuz.
Burada pekiştirerek ve tekrar tekrar şunu hatırlatıyoruz: Bütün Müslüman cemaatlerin İslam hükmünün yeniden dönmesi hususunda çalışması zorunludur.Bu,sadece İslam topraklarında değil,bütün yeryüzünde Allah Azze ve Celle’nin şu kavlini gerçekleşmesi içindir:“Putperestler istemese de,dinini bütün dinlerden üstün kılmak için, peygamberini, doğruluk rehberi Kuran ve gerçek dinle gönderen O'dur.”(Saf 9)
Nitekim bazı müjdeleyici hadislerde bu ayetin ileride gerçekleşeceği bildirilmiştir.
Müslümanlar bu Kur’an nassını ve İlahî vaadi gerçekleştirmek için kararlı olmalıdırlar.Bunun apaçık yol ile olması zorunludur.Bu yol;dinden çıkarak kafir oldukları zannedilen yöneticilere başkaldırmak suretiyle olabilir mi?
Sonra onların bu hatalı zanlarıyla beraber herhangi bir şey yapmaya da güç yetiremiyorlar.
بسم الله الرحمن الرحيم
Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır.O'na hamd eder,O'ndan yardım ve mağfiret dileriz.
Nefislerimizin şerlerinden,amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız.
Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz.O'nun saptırdığını da kimse doğru yolailetemez. Şehadet ederim ki,Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur.O,bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki,Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.
Bundan sonra.Bu risale Şeyh Albani’nin 12.5.1413 (7.11.1993) tarihinde kasete alınan konuşmasının metnidir.Bu,matbu olarak Ukaşe Abdulmennan’ın hazırladığı
“Fetava’ş-Şeyh Elbani ve Mukaranetuha Bi Fetava’l-Ulema”adlı 1415 ve 1416 yıllarında basılan eserin 238-253.sayfaları arasında yayınlanmıştır.
Şüphesiz umumi tekfir meselesi yalnız hükmedenler için değil,hükmedilenler için de aynı şekilde büyük ve eski bir fitnedir.Kökeni eski islamî fırkalardan Havariç(haricîlik) diye bilinen fırkaya dayanır.Fırkalar ile ilgili eserlerde Havariç ismiyle bilinen birkaç fırka vardır. Onlar başka bir isimle (İbaziye) bugüne kadar devam etmiştir.Bu İbaziye fırkası yakın zamana kadar kendi içine kapalı idi ve yayılma davaları yoktu.Birkaç seneden beri bazı risaleler ve kitaplar ile eski hariciliğin aynısı olan akidelerini yaymaya başladılar.Ancak onlar,bir Şiilik hasleti olan takiyye ile gizlenmekte,“Biz haricî değiliz” demektedirler.Lakin müsemmanın hakikatleri değişmedikçe isimler de değişmez.Onlar,büyük günah işleyenleri tekfir etme konusunda hariciler ile birdirler.
Maalesef bazı davetçiler, Kitap ve Sünnet ismi altında,şu iki sebepten ötürü Kitap ve Sünnet hududundan çıkmaktadırlar;
Birincisi; İlimde sığlık
İkincisi -ki bu daha önemlidir-onlar şeriat kaidelerini tefakkuh etmiyor (anlamıyor)lar. Hâlbuki bu,sahih İslamî davetin esasıdır.Bundan çıkanların hepsi,Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin övdüğü,hatta Rabbimiz Azze ve Celle’nin bundan ayrılanları“Allah ve Rasulüne karşı çıkmak”olarak açıkladığı “Cemaat”ten ayrılmaktadır.Allah Azze ve Celle buyurur ki;
ومن يشاقق الرسول من بعد ما تبين له الهدى ويتبع غير سبيل المؤمنين نوله ما تولى ونصله جهنم وساءت مصيرا“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra,kim Peygamber'e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse,onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız;o ne kötü bir yerdir.”(Nisa 4:115)
İlim ehli katında mesele açıktır.Allah Teala,“Kendisine doğru yol belli olduktan sonra Rasule karşı çıkarsa”kavlini, müminlerin yolundan başkasına uymaya izafe etmiştir;“ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse,onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız”
Müminlerin yoluna uymak veya uymamak cidden önemlidir.Müminlerin yoluna uyan âlemlerin Rabbi katında kurtulmuştur.Müminlerin yoluna muhalefet edenin varacağı yer ise cehennemdir ve orası ne kötü bir varış yeridir!
Eski ve yeni birçok taifeler,müminlerin yolunda bulunmaya önem vermeyip,Kitap ve Sünnetin tefsiri hususunda akıllarının kontrolünde hevalarına tabi oldukları için sapmışlar, salih selefimizin üzerinde bulunduğu yoldan ayrılarak tehlikelere düşmüşlerdir.
Ayetteki “ve müminlerin yolundan başkasına uyan” ifadesini Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahih hadislerinde geçen ifadeler te’kid etmektedir.
Burada bu hadislerden bazısını kaydedeceğiz.Bu hadisler bütün Müslümanlar tarafından bilinir fakat bu konuda bilmedikleri şudur; bu hadisler,Kitap ve sünnetin anlaşılmasında müminlerin yoluna sarılmanın zaruri ve vacip olduğunu göstermektedir!
İşte bu nokta,Tekfir cemaati diye bilinen kimselerin ve kendilerini cihada nisbet eden bazı cemaatlerin yanılgı ve gaflete düştüğü noktadır. Bunlar kendilerini salihler ve ihlâslı kimseler olarak değerlendiriyorlar ama Allah katında kurtulanlardan olmak için bu tek başına yeterli değildir.
O halde müslümanın şu iki şeyi bir araya getirmesi kaçınılmazdır;
1- Allah Azze ve Celle için niyette doğruluk ve ihlâs
2- Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde bulunduğu yola güzelce tabi olmak.
Kitap ve Sünnet ile amel edip bunlara davet etmek hususunda ihlâslı bir Müslüman olmak yeterli değildir.Bilakis buna izafe olmak için metodun düzgün ve sahih olması gerekir.Bu da ancak ümmetin salih selefinin üzerinde bulunduğu yola tabi olmak ile tamam olur.
Az önce bahsettiğimiz sabit hadislerden birisi yetmiş üç fırka hadisidir. Dikkat edin! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da yetmiş iki fırkaya ayrıldı.Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi de ateştedir.”Dediler ki; “o (kurtulan)hangisidir?”buyurdu ki;“Cemaattir.”Diğer rivayette;“Benim ve ashabımın üzerindebulunduğumuz yolda olanlardır.”
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bu cevabı ile daha önce geçen ayetteki “müminlerin yolundan başkasına uyanlar” ifadesi örtüşmektedir.
Böylece ayetin umumuna girenlerin ilki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabeleridir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hadiste;“Benim üzerinde bulunduğum yol” demekle yetinseydi,Kitap ve sünneti hakkıyla anlayanlar için bu yeterli olurdu.
Lakin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem,Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın,kendisi hakkındaki şu kavlini amelî olarak uygulamıştır;“Müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.”(Tevbe 9:128)
Ashabına ve tabi olanlarına kurtuluş fırkasının alametini kendisinin ve ashabının üzerinde bulunduğu yol olarak açıklaması, onlara şefkatinin ve merhametinin kemalindendir.
Arap lügatini,nâsih ve mensûhu bilmek gibi Kitap ve sünnetin anlaşılmasına vesile olan bilgiler konusunda Müslümanların genel, davetçilerin özel olması gibi birayrım caiz olmaz.Bilakis bütün bunlardan önce üzerinde peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının bulunduğu yola dönmek zorunluluğu vardır.Çünkü onlar,eserlerinden ve sîretlerinden anlaşılacağı gibi, ibadette Allah için en ihlâslı olanlar idiler,Kitap ve Sünneti bizden daha iyi anlarlar.
Diğer övülmüş hasletlerde de onların ahlakıyla ahlâklanılır ve edepleriyle edeplenilir.
Bu hadis,faydaları ve sonuçları bakımından Sünen’de Irbaz Bin Sâriye Radıyallahu anh’den rivayet edilen Raşid halifeler hadisine benzemektedir.
Diyor ki;
“Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem bize sabah namazını kıldırdı.Sonra bize döndü ve gözleri yaşartan, kalpleri ürperten etkili bir vaaz etti.Birisi dedi ki;“Ey Allah’ın Rasulü!Sanki bu vaaz,veda eden bir kimsenin öğütleridir.Bizlere ne vasiyet diyorsunuz.?” Buyurdu ki;
“Size Allah’tan korkmanızı,Habeşi bir köle olsa dahi (idarecinizi) dinleyip itaat etmenizi vasiyet ederim.Sizden kim Benden sonra yaşarsa birçok ihtilaflar görecektir.Bu yüzden sünnetime ve hidayete erdirilmiş raşid halifelerin sünnetine sarılmanız gereklidir.Ona azı dişlerinizle ısırır gibi sarılıp,bırakmayın,sizleri sonradan ortaya çıkmış işlerden sakındırırım. Şüphesiz her sonradan icad edilmiş şey bid’attir.Her bid’at de cehennemdedir.”Ahmed (4/126,127) Ebu Davud (4607) Tirmizi (2815,2816) İbni Mace (42,44) İbni Ebi Asım es-Sünne (1/29-30)
İbni Hibban (1/104) İbni Abdilberr Cami (2/222,224) Hakim (1/65,96,97)
Bu hadis önceki hadiste geçen sualin cevabına şahitlik etmektedir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ümmetini,sünnetine sıkı tutunan ashabına yönlendiriyor.
Sonra “ve benden sonra Raşid halifelerimin sünnetine” buyuruyor.
Şu durumda akidemizi, ibadetimizi,ahlakımızı ve gidişatımızı kavramak istediğimizde,daima bu esas üzerinde hareket etmemiz zorunludur.Müslüman için zaruri olan bu hükümlerin anlaşılması için salih selefimizin metoduna dönmekten başka yol yoktur.Ta ki kurtuluş fırkasından olmak hakikat olsun.
Geçen ayetin ve hadislerin gösterdiklerine dikkat etmeyen eski ve yeni pek çok taifeler,doğal bir sonuç olarak kendilerinden öncekilerin Kitap,sünnet ve salih selef yolundan saptıkları gibi bu konuda sapmıştır.İşte bu sapanlardan biri de eski ve yeni haricîlerdir.
Bu zamanda–hatta uzun zamandan beri-tekfir fitnesi şu ayetin etrafında dönüp durmaktadır;
“Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(Maide 44) derin anlayışları ve dakik bilgileri olmadan buna tutunmaktadırlar.
Bilmekteyiz ki bu ayet tekrar ediyor ve son kısmında üç ayrı lafızla geliyor;
“Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(Maide 44)
“Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.”(Maide 45)
“Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.”(Maide 47)
Bu ayette sadece ilk lafzı alıp tekfire huccet getirmek tam bir cahillik eseridir.
Zira onlar,Kur’ân’da ve sünnette geçen bütün“el-küfr”lafızlarını değerlendirmeden bunun dinden çıkaran küfür olarak anlamlandırıyor,bu şekilde küfre düşenler ile Yahudi, Hıristiyan ve diğer İslam dışı dinlere mensup müşrikler arasında fark olmadığını iddia ediyorlar.
Kitap ve sünnet lügatinde geçen her küfür lafzını her zaman bu hatalı anlayışlarıyla yorumlayarak etrafında dönüyorlar.
“el-Kafirûn” kelimesi–bu kelime her zaman tek bir anlamda değildir–aynı konuda diğer iki lafız ile;“zalimler”ve “fasıklar”kelimeleri ile de tarif edilmiştir ki,zalim veya fasık olmakla vasıflananın mutlaka dinden çıkmasını gerektirmez.
Böylece“kâfir” diye vasıflanan da bunun gibidir.
Bir kelimede farklı anlamlar bulunmasına Kitap ve sünnet lügati olan Arap lügati delil olmaktadır.Bu yüzden Müslümanlar üzerine hükmedecek kişinin salih selefin metodu ışığında geniş bir Kitap ve sünnet bilgisine sahip olması gerekir.Kitap vesünneti anlamak ise ancak Arap lügatinin edeplerini ve inceliklerini bilmekle mümkün olur.
Eğer ilim talibinin Arap lügatini bilmek konusunda eksiği varsa bu eksikliği gidermek için kendisinden önceki ilim ehlinin, özellikle de üstünlüklerine şahitlik edilen ilk üç asırdaki âlim ve imamların anlayışlarına müracaat etmelidir.
Ayete dönelim;
“Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(Maide 44) burada küfür kelimesiyle kastedilen nedir?
Dinden çıkaran küfür mü yoksa başka bir şey mi kastedilmiştir?
Derim ki; bu ayette dikkatli olmak zorundayız.Zira burada bazı İslam hükümlerinden çıkaran amelî küfür kastedilmiştir.
Bu anlayışımızda dayanağımız;ümmetin derin âlimi,Kur’ân tercümanı İbni Abbas Radıyallahu anhuma’dır–ki bu sapık fırka mensupları dışında-Müslümanlar onun tefsir ilminde yegane imam oluşunda icma etmişlerdir.
İbni Abbas r.a. bizim bugün sahip olamadığımız işitme yollarına sahipti.İnsanlar bugün bu ayeti ancak yüzeysel olarak, tafsilatını bilmeden anlamaya çalışmaktadır.
İbni Abbas r.a. der ki;“Bu,zannettikleri küfür değildir.”Ve “Bu küfür,dinden çıkaran küfür değildir.” Yine der ki;
“O küfrün altında bir küfürdür.”Muhtemelen haricîler müminlerin emiri Ali Radıyallahu anh’ı dinden çıkmakla itham edip bunun akabinde müminlerin kanlarını dökmüşler,onlara müşriklere yapmadıkları şeyleri yapmışlar,bunun üzerine İbni Abbas r.a.;“İş onların dediği gibi değildir. Bu ancak küfrün altında bir küfürdür” demiştir. Bkz.: Elbani es-Sahiha (6/109 no;2552)
Tercümanul Kur’an olan İbni Abbas r.a.’nın bu ayetin tefsiri hakkındaki bu kısa cevabı,ayetin başka şekilde anlaşılmasına imkân vermemektedir. Şeyh İbni Useymin der ki;“Şeyh Elbani İbni Abbas Radıyallahu anhuma’nın sözüyle böyle delil getiriyor ki diğer âlimlerin de kabul ettiği budur.Nitekim başka naslar da bu gerçeği desteklemektedir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem; “Müslüman’a sövmek fusuk,onu öldürmek küfürdür” buyurmuştur.Bununla beraber insan bu sebeple dinden çıkmaz.Zira Allah Teâlâ buyuruyor ki; “Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin.Şayet biri ötekine saldırırsa,Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın.Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın.Şüphesiz ki Allah,âdil davrananları sever.Müminler ancak kardeştirler.Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltinve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.”(Hucurat 9-10) lakin tekfir fitnesine düşenler buna razı olmayınca. “Bu rivayet İbni Abbas’tan sahih olarak gelmemiştir,kabul edemeyiz” demeye başladılar.Onlara denilir ki;“Nasıl sahih olmaz?
Sizden daha üstün ve daha alim olanlar bunu kabul etmişlerdir.Sizler ise;“kabul edilmez” diyorsunuz?!!
Şeyhulislam İbni Teymiye,İbni Kayım ve başkaları gibi uzman âlimler bu rivayeti kabul edip sahih diyerek nakletmişlerdir. Hem sizin dediğiniz gibi İbni Abbas Radıyallahu anhuma’dan rivayeti sahih olmasa bile bunun dinden çıkaran küfür olmadığını gösteren başka naslar vardır.Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisi gibi;“İnsanlardan şu iki sınıfta küfür vardır;nesebe hakaret etmek ve ölü üzerine çığlık atmak” şüphesiz bunlar dinden çıkarmaz. Lakin ilimde eksiklik ve Şeriatın kaidelerinde anlayış kıtlığı Şeyh Elbani’nin dediği gibi bu sapıklığı getirmiştir.Şüphesiz kötü irade, kötü anlayışı getirir.Zira bir insan bir şeyi istediğinde anlayışı istediği şekle uyar ve böylece naslardan sapar.Âlimler katında bilinen bir kaidede denilir ki;
“Önce delil çıkar sonra buna itikad et.”Önce itikad edip sonra ona delil bulmaya kalkarsan sapıtırsın.Bu sapmanın üç sebebi vardır;
1- Şer’î ilimde sermaye kıtlığı
2- Şeriatın kaidelerini anlamadaki kıtlık
3- kötü niyete mebni kötü anlayış.
“Küfür” kelimesi Kur’an’da ve hadislerde pek çok yerde zikredilmiş olup bunların hepsinin dinden çıkaran küfür olduğuna yorumlanmasına imkân yoktur.İbni Useymin der ki; Şeyhul İslam İbni Teymiye’nin; “Küfür mutlak olarak zikredilirse bundan büyük küfür kastedilir” sözünü yanlış yorumlayıp bu ayetten tekfire delil getiriyorlar. Hâlbuki Şeyhul İslam belirlilik takısı (marife) olarak gelen “el-küfr” ile belirsizlik ifade eden (nekre)“küfr” kelimesi arasında ayrım yapmıştır.Vasfa gelince burada “hâulâi kâfirun”ve“hâulâi’lkafirun” diyebiliriz ve burada kastedilen dinden çıkarmayan küfürdür.Vasıflanan fiil ile vasıflanan fail arasında fark vardır. Bu ayeti bu şekilde yorumlayarak hükmederiz. Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek dinden çıkaran küfür değil,amelî küfürdür. Zira hükmeden kişi doğru yoldan çıkmıştır.Bu konuda kendisinden önce koyulmuş devlet kanunuyla hükmeden kişi ile bu kanunu koyan kişi arasında fark vardır. Öyleyse önemli olan,bu kanunun semavi kanuna muhalif olup olmamasıdır.
Sahihayn’de meşhur Abdullah b.Mes’ûd Radıyallahu anh hadisi buna misaldir:
Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Müslümana sövmek fusuk,onu öldürmek ise küfürdür.”
Burada küfür kelimesi taatten çıkmak anlamındaki masiyet anlamındadır.Lakin Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem beyan konusunda insanların en fasihi olarak sakındırmada mübalağa ifadesi ile:“onu öldürmek ise küfürdür”buyurmuştur.
Diğer taraftan bu hadisteki: “Müslümana sövmek fusuktur” ifadesini ilk bakışta “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir” ayetindeki lafızda geldiği üzere fısk anlamı üzerine tefsir etmemiz mümkün müdür?
Cevap:
Bu,dinden çıkmak anlamına gelen küfür kelimesinin müteradifi de olabilir,dinden çıkmak anlamına gelmeyen küfrün müteradifi de olabilir.Ancak Kur’an Tercümanı İbn Abbas Radıyallahu anhuma’nın belirttiğine göre burada kastedilen; küfrün altında bir küfürdür.
Bu hadis, burada kastedilen küfrün bu manada olduğunu desteklemektedir.
Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa,Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın.” (Hucurat 9)
Allah Azze ve Celle,hak yolda olan fırkaya karşı savaşıp isyan eden gruba da mümin demiş, hadiste“Onu öldürmek küfürdür”buyrulmakla beraber Allah bagî topluluğun kâfir olduğuna hükmetmemiştir.
O halde İbn Abbas Radıyallahu anh’ın geçen ayeti tefsirinde dediği gibi,burada kastedilen küfrün altında bir küfürdür.
Müslümanın müslümanı öldürmesi taşkınlık,haddi aşmak,fısk ve küfürdür.
Lakin burada kastedilen küfür amelî de olabilir,itikadî de.
Burada Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin ve kıymetli öğrencisi İbn Kayyım el-Cevziyye’nin ince detayları içeren şerh ve açıklamalarını bahsetmek yerinde olur.
Çünkü onların,sancağı Tercumanu’l-Kuran tarafından veciz ve özlü ifadeyle yükseltilen “küfrün bu şekilde taksimi” etrafında uyarıda bulunma hususunda üstünlükleri vardır.İbn Teymiyye rahimehullah ile arkadaşı ve öğrencisi İbn Kayyım el-Cevziyye,daima itikadi küfür ile amelî küfrün ayırt edilmesinin zarureti üzerinde durmuşlardır.Aksi halde müslüman, bilmeden fitneye düşer ve Müslümanların cemaatinden ayrılarak eski haricilerden veya yeni haricilerin kuyruklarından olur.
Sözün kısası,Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem’in:“Müslümanı öldürmek küfürdür”hadisi mutlak olarak dinden çıkaran küfür anlamında değildir.
Bu konudaki hadisler gerçekten çoktur.Bunların tamamı geçen ayeti kısır anlayışlarıyla yanlış anlayıp bunun itikadî küfür anlamında olduğu şeklindeki tefsire tutunanların aleyhinde delildir.
Şuan için bu hadis bize yeter.Zira bu hadis,müslüman bir kimsenin müslüman kardeşini öldürmesindeki küfrün itikadi küfür değil,amelî küfür anlamında olması hususunda kesin bir delildir.
Tekfir cemaatine veya onlardan sayılanlara dönecek olursak,hüküm sahipleri,onların sancağı altında yaşayanlar ve onların yönetimlerinde vazife alanlar hakkında bunu mutlak kullanarak onların küfür ve dinden çıktıklarına hükmediyorlar.
Şüphesiz bu onların fasit bakış açılarından kaynaklı olup onların günah işlemeleri sebebiyle kafir oldukları düşüncesine dayalıdır. Şeyh İbn Useymin dedi ki: “Allah’tan afiyet dileriz”
Şunu anlatmak da faydalı olacaktır: Tekfir cemaatinden bazı kimselerle karşılaşmıştım. Sonra Allah Azze ve Celle onları hidayet etti.
Onlara dedim ki:“Sizler bazı hüküm sahiplerini tekfir ediyorsunuz.Peki cami imamlarını ve hatiplerini,müezzinleri ve mescid hizmetlilerini neden tekfir ediyorsunuz?
Medreseler ve başka yerlerdeki şer’î ilim öğreten üstadları neden tekfir ediyorsunuz?
Dediler ki: “Zira onlar o hüküm sahiplerinin Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmetmelerine razı olmuşlardır.”
Dedim ki: “Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmedilmesine kalpleriyle razı olmuşlarsa böyledir. Bu takdirde amelî küfür, itikadî küfür haline gelmiş olur.
Hangi hakim Allah’ın indirdiğinden başkasının bu asra daha uygun olduğuna itikad ederek hükmeder de Kitap ve Sünnette gelen şer’î nasların hükmünü layık görmezse şüphe yok ki bu hakimin küfrü yalnızca amelî bir küfür değil, itikadî bir küfür olur. Onun bu hükmüne razı olan kimse de onun hakkındaki küfür hükmüne dahil olur.Allame el-Elbani ek olarak dedi ki: “Sonra da bunlar bizi batıl bir şekilde “Bu asrın mürciesi” diye lakaplandırıyorlar!!
Sonra onlara dedim ki:“Öncelikle sizler her hâkimin veya onların çoğunun kafir batılıların kanunlarıyla hükmettiklerini söylemeye güç yetiremezsiniz. Şayet Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmetmek hakkında sorulsa ve bu kanunların doğru olup bu asra daha uygun olduğunu, İslam’ın hükmünün uygun olmadığını söyleyerek cevap verirlerse hiçbir şüphe olmaksızın onlar gerçekten kâfir olurlar.
Hükmolunanlara–bunlar arasında âlimler ve Salihler de vardır–gelecek olursak;
peki mücerred olarak onların hükmü altında yaşamaları sebebiyle kafir olduklarına nasıl hükmedebiliyorsunuz? Nitekim sizler de onların hükmü altında yaşıyor fakat onların dinden çıkmış kâfirler olduğunu,Allah’ın indirdiği ile hükmetmenin vacip olduğunu belirtiyorsunuz.Sonra da kendinizin mazur göstererek:
“Şer’î hükme mücerret amel ile muhalefet etmek,bu ameli işleyen kimseyi dinden çıkarmaz”diyorsunuz!!
Bu söz, sizin dışınızdakilerin de söylediğinin aynısıdır.Ancak sizler onlardan fazla olarak bu kimselerin kâfir ve mürted olduklarını söylüyorsunuz.
Onların yanlışlarını ve sapıklıklarını ortaya koyan sorulardan birisi de,onlara şöyle denilmesidir:“Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik eden,namaz kılan bir müslümanın dinden çıktığına ne zaman hükmedilir?
Bir defa (mürted olması) yeterli midir,yoksa onun dinden çıktığını ilan etmesi gerekir mi?!!”
Şüphesiz onlar bu sorunun cevabını bilemez ve doğrusunu bulamazlar.Onlar için şu darb-ı meseli örnek vermek zorunda kalıyoruz: “Bir kadı var ki,onun âdeti ve düzeni şeriatla hükmetmektir.Lakin bir hükümde ayağı kayıyor ve şeriata muhalif bir hüküm veriyor.Yani mazlumun hakkını alıp zalime veriyor.
Kesinlikle bu Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek değil midir?
Onun dinden çıkaran küfürle kâfir olduğunu söyleyebilir misiniz?
“Hayır,bu ondan bir seferlik sadır olmuştur” diyecekler.
Deriz ki:“Aynı hüküm tekrar ederse veya şeriata muhalif başka bir hüküm daha verirse o zaman kâfir olur mu?”
Sonra bunun üç-dört sefer tekrar ettiğini söylesek,onun ne zaman kâfir olduğunu söyleyecekler?
Şeriata muhalif hükümlerine bir sınır koymaya güç yetiremezler ve sonra onu bu yüzden tekfir edemezler.
İşte o zaman tamamen aksini söylemek mümkün olur.Buradan ilk hükmün Allah’ın indirdiğinden başkasının–onu helal sayarak-daha güzel görüldüğü ve şer’î hükmün çirkin görüldüğü anlaşılırsa,işte o anda,ilk seferde de olsa,onun dinden çıktığına hükmetmek sahih olur.
Bunun aksine göre:şayet onun içerisinde şeriata muhalefet ettiği on hokum verdiğini görürsek ve ona“Allah’ın indirdiğinden başkasıyla neden hükmettin?” diye sorduğumuzda, “Canımdan korktum”veya “Rüşvet aldım” derse,bu,öncekinden daha kötü yapmış olmakla beraber,onun küfrüne hükmedemeyiz.Ta ki onun kalbinde Allah Azze ve Celle’nin indirdiğini layık görmediğini ifade ederse işte o zaman onun dinden çıkarak kâfir olduğunu söyleyebiliriz.
Sözün kısası:Küfrün,fısk ve zulümde olduğu gibi iki kısma ayrıldığını bilmek gerekir:
Dinden çıkaran küfür,zulüm ve fısk.Bu,bütün bunları kalben helal görmeye bağlıdır.
Dinden çıkarmayan küfür,zulüm ve fısk. Bu da bütün bunları helal saymamaya bağlıdır.
Bir diğer dinden çıkarmayan kısmı ki,bu da amelî olarak helal saymaya bağlıdır.
Bütün günahlar–özellikle de bu zamanda amelî olarak helal sayılan faiz,zina,sarhoş edici içki içmek ve diğerleri–amelî küfürdendir.Mücerret olarak bu günahların amelî olarak helal sayılmasıyla işlenmesinden dolayı tekfir etmemiz caiz değildir.Ancak biz onların nefislerinde Allah ve rasulünün haram kıldıklarını haram olarak itikad etmediklerini kesin bilgiyle anlarsak,bu kalbî muhalefete düştüklerini bildiğimiz zaman onların dinden çıkaran küfürle kâfir olduklarına hükmederiz.
Ama bunu bilemezsek kafir olduklarına hükmetmemize yol yoktur. Zira bu takdirde biz Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu tehdidinin altına girmekten korkarız:“Bir kimse kardeşine“Ey kâfir!”derse bu söz ikisinden birine döner.”
Bu anlamda gelen hadisler gerçekten çoktur.Burada büyük bir delaleti olanını zikrettim.Bu, müşriklerden birini öldüren sahabinin kıssasında gelmiştir.Bu müşrik,o müslüman sahabenin kılıç darbesini görünce“Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur”demiş,fakat sahabi ona aldırmayarak öldürmüştür.Bunun haberi Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca buna şiddetle karşı çıkmış, sahabinin;o müşriğin sadece ölüm korkusuyla bunu söylediğini belirterek mazeret beyan etmesi üzerine“Kalbini mi yardın?”buyurmuştur.Bu hadisi Buhari ve Müslim Usame b.Zeyd Radıyallahu anh’den rivayet etmişlerdir.
Şu halde itikadî küfrün mücerret amel ile esasî bir alakası yoktur.Allame el-Elbanî not olarak dedi ki:“Amellerden bazısı sahibini itikadî küfre düşürür.Zira bu ameller kesin bir şekilde sahibinin küfrüne delalet eder.Zira o küfrünü bu fiiliyle ortaya koyarak dilinin tabir etmesinin yerine geçer.Mesela bilerek,kasten Mushaf’ı pisliğe atmak gibi.”
Sonra onlara diyorum ki: İşte o kafirler İslam beldelerinden pek çok yeri kuşatmışlardır.Maalesef bizler Yahudilerin Filistin’i istila etmesiyle müptela olduk.
Büyük alaka sadece kalp iledir.
Bizler fasığın,günahkârın,hırsızın,zina eden veya faizli muamele yapanın ve benzerlerinin kalbini bilemeyiz.
Ancak kalbindekini diliyle ifade ederse bu başkadır.
Ameline gelince,şeriata amelî olarak muhalefet etmiştir.
“Sen muhalefet ettin,fasık oldun,günah işledin”deriz,lakin Allah Azze ve Celle indinde bize mazeret olması için,ondan dinden çıkması hükmüne dair bir şey açıkça ortaya çıkıncaya kadar,:“Sen kafir oldun, dinden çıktın”demeyiz.
Sonra,Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in “Dinini değiştireni öldürünüz” hadisinin kapsamına girmemesi için, İslam’da bilinen hükmü ona getirilir.
Müslümanların hâkimlerini tekfir etrafında dönüp duran bu kimselere şöyle diyerek devam ettim:
O hâkimlerin dinden çıkmış kafirler olduğunu söyleyenler aynı şekilde,onlar üzerinde hüküm vermiş oluyorlar.Bu durumda üst olan bu hakimin onlara had cezası tatbik etmesi gerekir.
Lakin şuan sizler–eğer cedelden selamette kalırsak–dinden çıkmış o kafir hakimlere amelî bakımdan ne yapabilirsiniz?
Eğer:“Velâ ve berâ yaparız” derlerse,deriz ki:“Vela ve berâ güç yettiğince–kalbî ve ameli olarak–muvalat ve muâdâta (Allah için dostluk ve Allah içindüşmanlığa) bağlıdır.Bunların mevcudiyeti için tekfiri ilan etmek ve riddeti yaymak şart değildir.Hatta vela ve bera, bidat ehli,fasık ve zalime karşı da uygulanır.
Bizler ve sizler onların yaptıklarına karşı neye güç yetirebiliyoruz?
Sizden biriniz kâfirlerden olduğunu zannettiğiniz o hâkimlerin karşısında durabilir misiniz? Şeyh İbn Useymin dedi ki: “Bu gerçekten güzel bir sözdür.Yani Müslümanların idarecilerinin kafirler olduğuna hükmedenlerin eline,onların küfürlerine hükmetmekle ne geçiyor?
Onları izale edebiliyorlar mı?
Hayır,güçleri yetmiyor.Yahudiler elli sene kadar önce Filistin’i istila ettiğinde,Arabı ve acemi ile İslam ümmeti onları oradan çıkaramadı.Nasıl olur da dillerimizi bize hükmeden yöneticilere uzatabiliriz?
Onları izale edemeyeceğimiz biliyoruz,sonra kanlar dökülecek,mallar yağmalanacak,hatta ırzlar yağmalanacak fakat neticeye ulaşılamayacaktır.Öyleyse bunun faydası nedir?
Şayet insan kendisiyle Rabbi arasında o gerçekten dinden çıkmış kafir hâkimlerden birinin olduğuna inansa,bunu ilan edip yaymanın fitneye esir olmaktan başka bir faydası var mıdır?
Şeyh Elbani’nin bu sözleri gerçekten güzeldir.Lakin biz ona ancak bunun helal olduğuna inanması halinde küfürlerine hükmedilmesi meselesinde muhalefet ediyoruz.Bu meselede düşünmeye ihtiyaç vardır.Zira biz diyoruz ki,Kim Allah’ın hükmüyle hükmettiği halde,Allah’ın hükmünden başkasının daha iyi olduğuna itikad ederse de kafir olur. Allahın hükmüyle hükmetmiş, fakat küfür akidesiyle kafir olmuştur.
İşin bu tarafını bıraksanız ve esasları İslam hükümetinin esasları üzerine kurulan kaideyi te’sis etmeye başlasanız olmaz mı? Böylece Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabını yetiştirdiği sünnete ve onların da esaslarını kurup yaydığı nizama uymuş olursunuz.
Burada pekiştirerek ve tekrar tekrar şunu hatırlatıyoruz: Bütün Müslüman cemaatlerin İslam hükmünün yeniden dönmesi hususunda çalışması zorunludur.Bu,sadece İslam topraklarında değil,bütün yeryüzünde Allah Azze ve Celle’nin şu kavlini gerçekleşmesi içindir:“Putperestler istemese de,dinini bütün dinlerden üstün kılmak için, peygamberini, doğruluk rehberi Kuran ve gerçek dinle gönderen O'dur.”(Saf 9)
Nitekim bazı müjdeleyici hadislerde bu ayetin ileride gerçekleşeceği bildirilmiştir.
Müslümanlar bu Kur’an nassını ve İlahî vaadi gerçekleştirmek için kararlı olmalıdırlar.Bunun apaçık yol ile olması zorunludur.Bu yol;dinden çıkarak kafir oldukları zannedilen yöneticilere başkaldırmak suretiyle olabilir mi?
Sonra onların bu hatalı zanlarıyla beraber herhangi bir şey yapmaya da güç yetiremiyorlar.